İnsan, hem zamana bağlı hem de zamandan bağımsız iki boyutta incelenebilir. Birey, hem değişen hem de değişmeyen yönleriyle karmaşık bir varlıktır. Günlük yaşamda deneyimlediğimiz “ben” geçici ve değişkendir; Buna karşılık bazı felsefî ve tasavvufî gelenekler, insanın değişmeyen bir özü olduğunu, yani “bengi ben”i vurgular. Bu ayrım, bireysel bilinç ve ruhsal bütünlüğü anlamak açısından kritik öneme sahiptir.
Psikanalizin bilinç ve bilinç altı, felsefenin tikel ve tümel zeka, dinin kul ve Allah olarak tanımladığı hep bu benlik durumudur.
Birey doğduğunda bebektir ve zamansız ve bireysel benliksiz, her benliğe açık doğal bir canlıdır. Aynı zamanda toplumsal bir birikimin içine doğmasıyla tüm varoluşun ucudur. Bedenin benliği biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerin etkisiyle şekillenir. Bu yönü ile herkes onda kendini görür ve onun sevgisine sığar.
Bireyin bir de temsil ettiği varoluşun benliği var ve o ruh olarak tanımlanır. Bedeni ve onu oluşturan toplumsal bağları aşıp da ona erilemediği için inanç dünyası, maneviyat gibi kavramlarla temasa geçilip ibadet vb eylemlerle ondan beslenildiği alan mevcuttur. Bireyin ona hizmeti o kanalın açık olmasını sağlar.
Maneviyat, yani mana alemi madde aleminin amaç ve anlamının idrakinde olunması, yaşamın düzenli ilemesi için oluşturulan bir alem olarak vardır.
Bireyin genetik yapısı, yani varoluş kanalının bedelli kazanımı olan bilinç durumu, çocukluk deneyimleri ve öğrenilmiş davranışlar bireysel benliği oluşturur. Aile, arkadaş çevresi, toplum ve kültürel normlar bireyin benlik algısını biçimlendirir. Dil, iletişim ve sanat aracılığıyla kişi kendini ifade eder ve benliği gelişir. Yaşam deneyimleri ve zamanın etkisiyle geçici ben sürekli evrilir. Bu nedenle geçici ben, dinamik, değişken yapıdır; zaman ve mekâna bağlı olduğundan da bütünden kopuktur.
Bengi ben, geçici benin ötesinde, değişmeyen ve ebedî özü, orijinalliği temsil eder. Zaman ve mekân onunla başlar. Bir atom çekirdeği veya bilinç merkezi veya olabilme kapasitesinde olan her şart içinde olabilme durumunda olan değişmez ve sabit dene bilir. Yani her şeyin başlangıcı ve her şeyin ona dönüp onda tamamlandığı düşünce.
Düşüncede durula bilinir mi? Tüm hayat, zaman ve mekân buradan yani düşünmeden, ben’den başlar. Varoluştaki tüm varlıkların bunu temsil ederek yaşamı oluşturduğu dinsel tabir ile Allah’ın yarattığı ve O’nu sürekli zikrederek – ibadet ederek (işleyerek -boyutlandırarak varlığı gündemde tutmaktadır.
Bengi benlik, yani ebedi olan öz su olarak kendi varlığını göstermek, tanımak ve sevmek için varlığa dönüşmüştür. Yani insan, kendini ve varoluşu tanımak ve sevmekle mükellef olan özdür. Kutsal hadiste “ben gizli bir hazine idim ve tanınmayı murat edip alemi- mahlukatı yarattım, Adem’i de kendi rahman sıfatım üzere yarattım” buyurulmuştur.
Her insan, günlük yaşamda geçici benliği deneyimler; karar verir, sosyal ilişkiler kurar ve kişisel gelişimini sürdürür. Sanır ki kendim yaşıyorum. Halbuki yaşamı deneyimleyen bengi olan ben’dir. Bireysel ben onu kendince algılayıp bedelini ve bedenini yüklenendir. Toplumu yönetenler bu benliği kendi amaçları uğruna kullanmak için kendilerini oluşturan sınırın bunun dışına çıkılmasına izin vermezler. O nedenle İslam la ilahe illallah diyerek o sınırın dışına çıkılarak rabbil alemine erilmesini ister.
Geçici ben, bireyin günlük yaşamını ve sosyal etkileşimlerini yönlendirirken, bengi ben insanın değişmeyen özü ve ruhsal hakikatini, yaşamı temsil eder. Geçici ben ile bengi ben arasındaki farkı anlamak, bireysel bilinç, felsefî düşünce ve kültürel değerler açısından derin bir farkındalık sağlar. Bu ayrım, insanın kendi özünü ve varoluşu keşfetmesi ve yaşamını daha anlamlı kılması açısından önemlidir.
Ben’den geçilip bengi bene ulaşmak sevdiğini de sevmediğini de kendin için değil Allah için yaşamakla işe koyulup sevgiyi, güzeli, güzellikleri, hoş görüyü öne alıp bölüşüp paylaşarak yaşamakla başlanılabilinir.