Bu durum, yorum farklılıklarını ve tefsir ihtiyacını doğurur. Hz. Musa’ya Sina Dağı’nda vahyedilen “Ehyeh Asher Ehyeh” ifadesi ve “Âdem” ismi, bu bağlamda dikkat çekici iki örnektir.
Türkçe’de ben: men, meni beni/bana ait olan anlamındadır. Bu ayrım, b ve m döngüsünden kaynaklanmaktadır.
Türkmen ifadesinin, sen kimsin sorusuna verilen yanıt olarak Türk: menem anlamındadır. Bu ifade ben türküm ve Türk iman etti anlamlarıyla algılanıp ifade edilmiştir. Halbuki soruya verilen yanıt Türk’üm ve o benim, ben onu temsil ediyorum anlamında özün, için-iç sestir.
Mey,veya meni, sözcüğü beyin -ilik / ilk ile eş kökenlidir. Vücudu ve bireyi yöneten bey ve beyin de bu bağlamda anlam kazanmaktadır. (İlk başta olan ve en önde, en son ortaya çıkan)
Yusuf Has Hacibin Kutatgu Bilig’ (Kutsal Bilgi, mutluluk veren bilgi) kitabında da manīdin törümüş özüŋ [meniden yaratılmış benliğin] denmektedir.
İbranice orijinal metinde Turu sinede Tanrı kendisini Musa’ya “Ehyeh Asher Ehyeh” olarak tanıtır. Bu ifade, klasik çevirilerde “Ben Ben’im” ya da “Ben Var Olanım” şeklinde aktarılır. Ancak dilsel bağlamdan koparıldığında bu ifade soyutlaşır ve belirsizleşir. Aynı durum Arapça, Süryanice veya Yunanca çevirilerde de geçerlidir.
Tevrat’ta Hz. Musa’nın On Emir’i aldığı dağın adı şu şekilde geçer:
İbranice Har Sinai yanan çalı anlamındadır ve Tanrı Musa’ya dağda yanan bir çalıda gözükmüştür. Yani uyanmış tur ettiğinin idrakine gelmiş kamil insanın sinir sistemi islami anlatımla kökü yukarıda dalları yerde Tuba ağacı.
Diğer dillerde tur dağ anlamına gelmekle birlikte Türkçede dönüş, dönmek anlamlıdır ve Gök Tanrı inancında dört unsur olan toprak hava su ve ateşin tur ederek varoluşu ürettiği ve sürdürdüğüne inanılır.
Bilimin ilerlemesi ile varoluşun cemaat, nebat ve hayvanat olarak tur ettiği ve bu turun en uç ve üst halkası olan insanda bilinç olarak ortaya çıktığı anlaşılmıştır.
Sin: Ay’ı, sembol olarak alır ve dişil olan anlamıyla bedeni ve kadını simgeler. Yine sin kabir-kubur anlamıyla insan bedenini ve mezarı simgeler. Sine sinilen yer olarak da insanın gönlü sevgi dünyası anlamındadır.
Sinema da hareket, yazılanların hareketli gösterimi yapılan yer anlamında aynı köken ve anlamlı bir kelimedir.
Sidretü’l-Müntehâ Hz. Peygamberin Allah ile buluştuğu yer anlamındadır.
Sidr ağacı Arapçada halk arasında kiraz veya lotus benzeri ağaç diye de anılır. Ve örtülü tenha yer olarak da anlamlandırır.
Sadr: Göğüs, ön taraf, kalbin bulunduğu yer anlamındadır ve dini terminoloji de Kalbin merkezi, ruhun oturduğu yer olarak kabul edilir.
İbranicedeki sineai ve Arapçadaki sadr sözcüklerinin farklı kültürlerde aynı anlamlı sözcükler oldukları anlaşılmaktadır.
Benzer biçimde Âdem ismi de çoğu zaman insan-ilk insan olarak veya kırmızı toprak olarak çevrilir.
Oysa kök anlamına bakıldığında, adım, benlik tanımı ve bildirimi anlamlarıyla herkesin kendini tanımasına rehber olan içsel bir kelimedir.
Bu bağlamda İbranice ‘Ben Olan Ben’im’ İfadesi: ‘Ben, beni adlandıranım; Ben adım: addaki manayım, ruhum’ anlamına geldiği düşünüle bilir.
Yunus Emre ‘bir ben var bende benden içeri’ derken ifade etmek istediği “ben” olanla, yaratanla karşılaşma durumunu anlatmaktadır.
Semavi dinlerdeki ilk yaratılan insan olan Adem adının Sümer dilindeki karşılığı Adapa, “adap = ritüel, dinsel tören” köküyle bağlantılı olup dilimizdeki karşılığı Adap, edeptir.
Edep’te varoluşa uygun, saygın ve saygılı yaşamak yani adam olmak demektir. O nedenle tasavvufta önce “illa edep” yani adam/Adem olmazsa olunmaz derler.
Âdem kelimesi, kök olarak Türkçe’deki “ad” sözcüğüyle ses ve anlam benzerliği taşır. “Ad-em” ifadesi, ben kimim sorusunun karşılığı olarak varoluşun merkezi anlamıyla birlikte adım em: derdim bana derman, ben tanımlayanım, tanımlanan benim anlamları içerir.
Bu açıdan Âdem, yalnızca bir bireyin ismi değil, insanlığın kendini adlandırması, kendini tanımlaması olarak da görülebilir. Zaten insanlığın ortak atası olarak kabul edilip âdemoğulları olarak tanımlanması da bu hakikati göstermektedir.