İki sözcük arasında ince bir fark vardır: fedakârlık aktif bir verme, feragat ise bilinçli bir geri çekilmedir. Birinde başkası için kendi payından sunma, diğerinde hakkını kullanmaktan vazgeçme vardır. Bu hakkını kullanmaktan vaz geçmenin amacı birlik ve beraberlik ruhunun teessüsü ve yaşamı idame etmek olagelmiştir.
Aile, fedakârlık ve feragat kavramlarının en saf biçimde yaşandığı kurumdur. Anne, uykusundan, gençliğinden, hatta kimi zaman sağlığından feragat eder; baba, kazandığı rızkı kendi keyfine değil ailesine feda eder. Çocuk büyüdükçe kardeşi için paylaşmayı öğrenir, kendi isteğini geri plana atarak dayanışmayı kavrar.
Bu noktada fedakârlık, aileyi bir arada tutan görünmez bağdır; feragat ise çatışmaların yumuşamasını sağlayan sessiz erdem. Bu ortamda yetişen ise olgunlaşma, paylaşım, hoşgörüdür, gelecektir.
Toplum, bireylerin kendi menfaatlerinden bir nebze feragat etmesiyle düzen bulur. Vergi ödemek, kamu yararı için bazı özgürlükleri sınırlamak ya da ortak sorumlulukları paylaşmak hep bu kavramların somut tezahürleridir. Fedakârlık ise dayanışma ve yardımlaşma kurumlarında görülür: Komşunun yükünü hafifletmek, yoksula yardım eli uzatmak, vatan için canını ortaya koymak.
Toplum, bireylerin çıkar yarışının değil, ortak iyilik için yapılan fedakârlıkların üzerine kurulduğunda huzur bulur.
Devlet, vatandaşlarından feragat talep eden en geniş organizmadır. Yasalar, özgürlükleri sınırlandırır; vergi sistemi, kazancın bir kısmını toplum yararına aktarır. Ancak devletin adil işleyişi, bu feragatlerin geri dönüşünü de sağlar. Vatandaş eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetlerle feragatinin karşılığını alır.
Fedakârlık ise devletin en kritik anlarında sahneye çıkar: savaş zamanlarında, doğal afetlerde ya da toplumsal krizlerde. Hem yöneticiler hem de halk, gerektiğinde kendi menfaatinden vazgeçerek ortak geleceği koruma sorumluluğunu üstlenir.
Fedakârlık ve feragat tek yönlü değildir. Doğru bir zeminde yaşandığında karşılıklılık ilkesini doğurur. Anne babanın fedakârlığı, çocukların ileride gösterdiği vefa ile geri döner. Toplumda yapılan iyilik, güven ve huzur ortamı olarak bireye yansır. Devlet bağlamında ise vatandaşın feragatleri, sosyal adalet mekanizmasıyla telafi edilmelidir.
Ama eğer fedakârlık tek taraflı, karşılıksız ve sömürüye açık hale gelirse, bireyde yorgunluk ve kırgınlık doğurur. Bu nedenle sağlıklı bir denge gerekir: Fedakârlık ve feragat, adalet ve karşılıklılık içinde anlam kazanır.
Bu duyguları, bu işleyiş kullanılarak bireysel menfaat ve ikbal sağlanabilir. Bu durumda fedakârlık ve feragat bunu kullananın üzerine biner ve döngüyü bozduğu için meşruluğunu kaybetmiş olacağından o toplum için bir yıkım, yok oluş sürecini doğurur.
Bu durumda topluma gereğini yerine getirme görevi düşer. Ya daha çok fedakârlık ve feragatle ya yeniden kurulur ya da bireysel ikbale dönüşerek toplumsallık ve birliğini yitirip daha büyük bir halkanın parçası olarak köle konumuna düşer.
Bu kavramlar bin yıllardır Türk toplumunun tarihsel hafızasında derin izler bırakmıştır. Ailede sevgi, toplumda dayanışma, devlette adalet, hep bu iki erdemin omuzlarında yükselir. Fedakârlık, insanın “öteki” için var olma cesaretidir; feragat ise “ben”i geri çekip “biz”e yer açma olgunluğudur.
Türk toplumundan, atalarının kutsal emaneti olan damarlarındaki asil kanın binlerce yıldır süregelen özgürce yaşama arzusunun kendilerine yol göstererek tarihsel misyonunu yerine getireceği umulmaktadır.