İman, Bilgi ve Doğa Yasaları

İman kavramı çoğu zaman dinî bağlamda ele alınmış, “kör inanç” olarak yorumlanmıştır. Oysa kökeninde “emin olmak” anlamı yatar. Emin olma, ancak tanıma, deneyimleme ve kullana bilme ile mümkündür. Bu bağlamda iman; doğa, toplum ve birey yasalarının kavranmasıyla bilimin özüne yaklaşır. Bilimin özünde ise alimül hakim yani Tanrı, Allah denilen kudret bulunmaktadır.

Sözlükler İmanı inanma olarak belirtir. Halbuki inandığında olma, emin olma halidir. Bir bebek ne inanır ne bilir çünkü annesinin kucağındadır. İnanma bireysel benliğin gelişmesiyle oluşan bir duygudur.

Birey, özünden gelen bu duyguyu işleyerek varoluş yasaları ile örtüştürüp üzerine sevgiye saygıya, vefaya dayalı duyguları katarak yaşadığında inancının gereğini yapıyor sayılır. Aksi taktirde inanıyorum veya inanmıyorum denilerek sözü edilen duyguları yaşayamaz.

İnanma duygusu, toplumsal yaşam ve din kurumlarını ve kurallarını doğurmuştur. Bu yapı da yukarıda ifade edilen varoluş yasaları ile uyumu çerçevesinde sağlıklı işler. Yoksa doğa yasaları hükmünü icra eder.

İman, emin olma; sadece inanmak değil gözlem, deney ve akıl yürütme yoluyla oluşan güvenin ifadesidir.

Bu anlamda iman bilgiye ve eyleme dayanmadığında eksik kalır. Çünkü din dil ile ikrar kalp ile tasdik, yani onu eylemleyip içselleştirilmesini ister.

Doğa, evrenin laboratuvarıdır. Kimya maddenin yapı taşıdır. Birey onun dizilimini keşfetmesiyle maddeye hakimiyet sağlamıştır. Fizik bilimi, doğadaki düzeni, enerji ve madde arasındaki ilişkileri yasa haline getirerek havada tonlarca ton ağırlığındaki demirleri uçurmaktadır. Elektro manyetiğin geldiği safha ise bambaşka. Biyoloji ilmi ile varlıkların oluşumuna müdahale edilip doğada olmayan bitki ve canlı türleri oluşturulmaktadır.

Astronomi, yerçekimi, termodinamik, elektromanyetizma... Bu yasalar dinin sünnnetullah, bilimin doğa yasaları diye tanımladığı temel yasalardır. Her şeyin oluşumu buna dayandırılmak zorundadır. İnsanın isteği bu oluşumu çalıştıran kuvvet olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir de insana ve içinde yaşadığı topluma ait yasalar var. Bunlar doğa alt yapısına bağlı olmakla birlikte muhittir. Yani çevreye ve zamana bağlıdır. Toplum, bireylerin ortak yaşam alanıdır.

Sosyoloji, toplumsal düzeni yöneten yasaları keşfeder: Toplumsal normlar, kurumlar, güç ilişkileri, toplumsal düzenin anlaşılması, bireyin topluma güvenmesini sağlar.

Bunun içinde bireyin bilimi yer almaktadır. Birey, içsel bir evrene sahiptir. Psikoloji, bireyin davranışlarını ve zihinsel süreçlerini inceler. Bilinç ve bilinçaltı, davranış kalıpları, Duygu ve düşünce ilişkisi, bireyin kendi iç yasalarını bilmesi, kendine güveni yani içsel imanı doğurur.

Bu bağlamda iman, bireyin zaman ve mekân bağlamında bilimsel emin olmasını gerektirir. Doğayı bilmek, toplumu bilmek, bireyi bilmek… Kendi varoluşunu bilmektir. Yani insanlar bilsinler, tanısınlar diye farklı özelliklerle yaratılmıştır.

Dolayısıyla iman kör inancı ve bilimle çatışmayı değil bilimin tespit ettiklerini kabul edip onu daha üst seviyelere çıkartılmasını ister. “Emri bil maruf nehy anil münker” mottosunun gerçek anlamı budur. Bilmeyi emreder. Bilimi reddedeni değil.

Bu yazı, sağlam inançlı milletimizin inanç ve bilim karmaşasına ışık olması ve imanını doğal ve toplumsal yaşamda sergileyerek varoluşunu binyıllardır devam ettirdiği gibi çağın gereği olarak bilim ve teknikte de sergileyerek varoluşunu devam ettirmesine manevi rehber olarak kaleme alınmıştır.