Dini ve sosyal bilimler, bilim ve teknolojide alınan yol, denizin içinden, yerin altından göğün üstüne kadar yapılan araştırmalar bunun göstergesi.
Ancak insan bu oluşu kabul ederek kendi içini-özünü araştırma ve yönelmeyi ihmal etmektedir. Halbuki bir bilim dalına verilen emek bireyin kendini tanımasına yönelik verse başarısını en az ikiye katlayacağı açıktır.
Ama bütün bu uğraşların ötesinde unutulmaması gereken bir gerçek var: İnsan ölümlüdür. Ölümsüzlüğü ise insanlıkta yatıyor. O da “Esfeli Safilinden Ahseni Takvime,” yani eksi sonsuzdan artı sonsuza değin değerli içinde barındırmaktadır.
Varlıktaki her şey değişim ve dönüşümle varlığını devam ettiriyor. Ama bizim bireysel döngümüz buna paralel olmadığında bunun gerisinde kalıyor, dışına düşüyoruz ve azap çekiyoruz. Böylelikle yaşamı kaçırıyoruz. Bunun hızın üzerine çıkıldığında ancak da bu döngünün üst katmanlarında kendi dünyamızı kurup yaşıyoruz.
Bu bağlamda insan geçmiş, şimdi ve geleceği temsil eden bir ayna konumundadır. Kâinat dediğimiz varoluştakilerin her ne kadar bireysel göz ve akılları var ise de insan kâinattaki tüm varlığın işleyişini görüp bilen ve tanıyan biri olan varlıktır.
İnsan zihni sürekli meşgul, sürekli üretiyor. Bu onun özgür bir birey olma aracıdır. Ancak ne yazık ki buna esir.
Malzemesi sınırsız ve her an işlemekte ve kendi esaretine duvarlar örmektedir. Bir odağa, bir dine veya öğretiye bağlanıp donduğunda bir yörüngede var olmaya başlıyor fakat gerek bağlandığı odak gerekse de kendi güncel olamadığından varoluş ile çelişkiye düştüğü gözlenmektedir. Bu çelişkinin nedeni bireyin içinde büyüdüğü toplumun basmakalıp aldığı bilgisidir. Yani kendini arıtıp işlemeden öğretiyi kendi benliğince işlediğinin göstergesidir. Bu durum, toplumsal yaşantının kopyası olduğunu ve toplumu oluşturan farklı inanç ve öğretiler ile değer yargılarının süregelen çelişkisi olarak değerlendirilmektedir. Kutsal kitabımızda,” yaratılışta bir eksiklik göremezsiniz” buyurulmuştur.
Günün toplumsal değerleri içinde bilimsel modernci yaşayanlarda ise geçmişi ve halkı dışlama – aşağılama söylemleri gözlenmektedir. Bu da bir dini öğretiye bağlanan gibi bilimsel öğretiye bağlı, hakikatle bağı olmayan aklın eylemidir. Varlığı ve varoluşu kapsayıcılık düşüncesi gelişmemiştir. Bunların gelecek inançları da olmadığından bedensel yaşayan ölümlüler olarak değerlendirilmektedir.
Toplumsal dönüş hızının üzerine çıkıldığında kainattaki varoluşu gözlemleyen bir konumda olur ve ilahi yasanın işleyişine tanık olarak doğa ve toplum yasalarını kabul edip ilahi yasaya uygun bir yaşamla varoluşa teslim olur.
Bu döngünün dışına nasıl çıkarız? Kuranı Kerimin Rahman Suresi 33. Ayette “Eğer göklerin ve yerin ötesine geçmeye güç yettirebilirseniz, haydi geçin. Ancak aşma yetkisi verilmeden geçemezsiniz” buyurulmuştur.
İnsanoğlu varlığı zihni ile kavramaktadır. Bu bağlamda öncekilerin ürettiği, genetiğine yüklenenler ve içinde bulunduğu durum onun zihnini meşgul eder. Yani insan işgal edilmiştir ve bu işgalden de bu zihni ile kurtulabilir.
Zekâ ile zihin aynı anlamlı kavramlardır. O nedenle zihnin tezkiye edilip zekâtı verilmeli yani bildiklerini eylemleyerek varoluşa katıp etkisini gözlemlemeli. Haramdan kazandığı yani varoluşun ilke ve kurallarına uygun olmayan düşünceleri atmalı. Eylemlemediği düşünceleri var saymamalı, kendi kazanıp üretmediği bilgileri eylem ve söylemleriyle ortaya sürmemelidir. Bu yapmasın demek değil farkındalığın uyanması için gereken bir kural olsa gerek. Beşer şaşar” demişler. Şaşkınlık hayrete ve hayranlığa yöneldiğinde beşer bişr’e müjdeciye dönüşür.
Asıl mesele hedef koymak ve odağa bağlanmaktır. İnsan o odağa yöneldiğinde, benliğini aşarak o odağa dönüşür.
İşte bu, bireysellikten boşa çıkıp hangi seviye olursa olsun hakikate yönelmenin yoludur.
Burada karşımıza basit ama en temel gerçek çıkıyor: Bir yaratıcı vardır. Her şeyi O yaratmıştır, bizi de ve bizden de ayrı değildir. Eğer yaptığımız her işi O’nun yasalarına ve gidişatına, rızasına uygun olarak yaparsak, ona odaklanarak dış dünyanın olumsuz etkilerinden korunuruz. Kendimize layık görmediğimizi başkasına yapmadığımızda, elimizi, dilimizi, nefsimizi doğru kullandığımızda içsel dönüşüm başladığında olumsuzlukların olumluya dönüştüğü tanrı ülkesinde-cennette var olmaya başlarız.