Lakin tarih boyunca Arap kültürü, İslâm’ın doğduğu coğrafyanın dili ve gelenekleri yapılan propagandalarla inançlı halk kitlelerince kutsiyet kazanmıştır.
Taassup Arapça aṣaba kökünden gelir; “bağlanmak, sıkı sıkıya tutunmak” anlamındadır. Zamanla bu kelime, dönemin siyasi iradesinin elinde bir fikre veya kimliğe anlamını kavramadan körü körüne bağlanmanın, dar görüşlülüğün ve hoşgörüsüzlüğü adı anlamını kazanmıştır.
Dolayısıyla taassup, evrenselliğe ve mana katmaya kapalı olan ve çoğulluğu reddeden şekilciliği esas alan her türlü tavrı tanımlar.
İslam peygamberinin, siyasi bağlamda varoluşunu yaya bilmesi için asabiyeti aşarak ümmet oluşturma fikri kendinden sonra o ümmeti oluşturan asabiyetin kurduğu sistemce ilahi din Arap imparatorluğu dinine dönüşmüştür.
Öyle ki dönemindeki siyasi irade başka dil ve asabiyetten olanları dahi cizye alma amaçlı İslam hukukuna dahil etmemiş, din olarak kabul edenleri de Arap kabul etmeyerek mevali (veliye tabi, köle) tanımışlardır.
Halbuki İslâm, kökenini ne dile ne de kavmiyete değil doğrudan Hz. İbrahim’e, bireye dayandırır. İbrahim’in kendi bizzat baba dinin ve kavmini reddetmekle var olmuştur.
Bu durum İslam’ın siyasi bir hareket olmadığının göstergesidir. Bu bağlamda din, Arap vb. kimliğe değil, tevhid (çoklu birlik) inancına yaslanır. Yani barış içinde yaşama iradesidir.
Kuran’da, “Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır” buyurulmuştur. Takva: kendisini tehlikelerden, zararlardan, hoş olmayan şeylerden korumak, sakınmak anlamındadır.
Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde “Arap’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur” sözü bu evrensel mesajın en açık ifadesidir.
İslâm’ın temel amacı, insanları ortak bir iman ve ahlak zemininde buluşturmak, kültürel ve ırkî sınırları aşmaktır.
Bu ortak iman, inancı büyük ölçüde imana dönüştüren ilim sayesinde olmuştur. Aynı imanın milletleri ortak ülkü bağlamında hareket ettirdiği görülmektedir.
Kuranı kerim ‘içinizden uyarıcı göndeririz ve kendi dilinizce konuşur’ der.
Allah, peygamberimizden önceki toplumlara uyarıcıyı kendi dilleri ile göndermiştir. Vahiy sonsuz ilham ise ve arıya dahi ilham ediliyorsa insanın da o vahyi duyup hissetmesi ve ona göre davranması kaçınılmazdır. Bu durum üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Evrensel olan, vahiy yani birliğin, varoluşun sesidir. O da İslam selim olan, (sevgi ve barış ehli olan tarafından duyulup hissedilen ilahi vahiydir)
Evrensele ulaşmak isteyen her insan bunu hissederek kendi kültürel yapısınca yaşayarak ifade eder.
Zaten Allah’ın herkesin yaptığı ibadeti kabul etmesi bunu göstermektedir. Bu da her kültürel yapıdaki ilahi talebin Allah indinde kabul edildiğinin göstergesidir. Kuran’da her şey Allah’ı kendi dilince zikreder buyurulmuştur.
Dinimiz İslam, harfte mana arama dini değildir. Kelimede, İsimde esmada, sem'i de (işittiğinde) semavatta (gökyüzünde değil isimlerde) kavramlarda mana aramadır. Yeni manalar katarak, mananın gösterdiği ayetlerin (Allah tabiattaki her şeyin ayrı bir ayet olduğunu buyurmuş ve ilk emir de bunu oku) aklınla, hafızandaki kelimelerin karşılığı olan eşyalarla ile bağlantı kurup kâinatı, varoluşu anlamamızı bu bağlamda yaşamımızı salık vermiştir.
Tarihte siyasi egemenlik kurma amaçlı farklı kültürlerdeki alimlerini devlete yerleştirilip bu kültürel hegomanya egemenliğinde akıl ve bilmeden kopuk geçen son 400 yılda Devleti Aliye düşmana değil, cehalete yenilmiştir. Onlar akıl ve bilimle hareket ederken bizimkiler akıldan kopuk inançla karşı koyarak kanlarını akıtmışlardır.
Döneminde taassuplarca kâfir padişah diye tanımlanan idarece yenileşme bilim akıl Ordu'da hakim kılınmaya başlanmış, ama yine engel olunmaya çalışılmıştır.
Neticede vatanın işgali ile millet uyanıp üstündeki ölü toprağını atmıştır. Bu taassup Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde silkelenip atılarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu cumhuriyet çağdaş uygarlık yasalarıyla yaşamasını sağlamıştır.
Dün 2. Mahmut’a devlette sarığı çıkartıp fes getirdi diye kâfir ilan edenler aynı Yunan fesini devletten kaldıran Atatürk'e kâfir demekteler. Bu durumdan dahi ibret alıp utanç duymadan hala Hz. Padişah, kâfir Atatürk denmektedir.
Bugün o ölü toprağı tekrar gözlere atılmasıyla milletin kutsal inancı istismar edilmektedir. Akıl ve bilim yerine taassup egemen kılınmaya çalışılmaktadır.
Tarih boyunca mezhepçilik, kavmiyetçilik ve kültürel üstünlük iddiaları Müslüman toplumları bölmüştür.
İslâm’ın kökeni Hz. İbrahim’in tevhid mirasına dayandığı için İslâm doğası gereği tek millet kavramıyla olamaz. İslâm’ın Arap dili ve alfabesi ile yazılmış olması başka dil ve kültürlere kapalı olması demek değildir. Bu durum İslam dininin kendisine de aykırıdır. Neticede İslam’ı Arap kültürüne indirgenerek yaşam tarzı haline getirmek taassuplaşmadır.
Tanrıya erme aracı olan dini evrensel olan Tanrının evrensel özünden koparıp bir kültürün tekeline almak o dine yapılan en büyük zulümdür.
Bu nedenle bireylerin kendi dinlerini kaynağından alıp içseslerini dinleyerek akıl ve bilimin rehberliğinde yeniden keşfederek yaşamaları umulur.