Akıl, kimi zaman kılı kırk yarıp birinin üzerinden geçilecek kadar ince, kimi zaman da kendir gibi sağlam bir bağdır. Deveye, ata yular takılır ki istenilen hedefte kontrol altında tutulsun. Fakat insanın aklına takılan yular, kimin elinde olduğuna göre ya özgürlük ya da zulüm doğurur. İnsan o bağları koparmadan hakikate ulaşamaz; bu nedenle kimin deli, kimin veli olduğu çoğu zaman belli olmaz.
Divânü Lügati’t-Türk’te “yulaġ/yular” olarak geçen kelime, “deve, at gibi hayvanların başına geçirilen ip, gem, dizgin” anlamındadır. Anlaşılacağı gibi, yola ağması, akması, alması kök anlamlı bir kelimedir. Yol, hedefe ulaştırır; birçok farklı yöntem ile hedefe uygun yol alınır. Eskiden Kilis-Suriye arasında altın kaçakçılığında yeni doğum yapmış dişi eşekler kullanılırmış. Eşeğin heybesine doldurulan altın ile eşeği sınır bölgesinden bırakırlar; hayvan da evdeki yavrusuna ulaşmak için var gücü ile hedefine yol alırmış. Şimdi modern çağda VIP kişiler ile uçaklar kullanılmakta.
İnsanın da yavrusu vardır ve yolu da kendinden kendinedir. Bu yol, insanın varoluşundan günümüze değin geçen süreçte oluşmuş ve oluşturmaya da devam etmektedir.
Birey, toplumsal var olabilen bir varlık olarak ailesine, toplumuna ve bağlı olduğu siyasi organizasyona bedensel yaşamı gereği menfaat bağı ile bağlıdır. Bu bağın farkında olmayan birey, cahil olduğunu bile bilmez.
Bu bağların üstünde ise, adanmışlıkla aslını ve yaratanını arama bağı vardır. İşte kılı kırk yarıp birinin üzerinden geçtiğinde, birey aslına ve özüyle buluşarak özgürlüğüne kavuşur.
“Öl söz verme, öl sözünden dönme. İnsan sözünden, hayvan yularından tutulur” denir; akıl ile kavramlar aracılığıyla insan, kendi yularını kendi çekerek sonsuz yaşamda yol alır. Hz. Ali, şehit edildiğinde, Tanrı’ya yolculuğu deve üzerindeki kendi cenazesini kendi çeken kişi olarak resmedilmiştir.
Geleceğimiz olan gençler, büyüklerce toy veya “câhil” olarak tanımlanır. Yaratıcı, onları gelecek yaşamı kurmaları için dizayn etmiştir; toplum ise onları kendi kalıplarına dönüştürme gayretindedir. Halbuki gençlerin maddi ve manevi eğitimi, birbirini besler formda geleceğe göre şekillenmelidir.
Henüz toplumsal bağları oluşmamış genç, aslından geldiği şekilde saftır. Fakat bedensel uyanışı içinde var olduğu toplumun yapısı ve şartları ile henüz adapte değildir. Ailesi ve okulu, kendi iyiliği için ona kat kat deli gömlekleri giydirir; genç yalnızca yaşamak ister. Neticede ömür bedeli karşılığında evlendirilip dünya evine sokulması ve ahiretini kazanması istenir.
Zamanla genç, toplumsal akılla akıllanır. Taa ki içinden kendi kendisini sorgulamaya başlayan bir ses, uyarıcı gelene dek. Çoğu zaman bu ses içerden çıkar; çevresinde çalınan kös davulu sesi, gelecek dünyada yaşama umuduna dönüşür.
Toplum lideri, dini ve yasayı kendi çıkarına göre yorumladığında halkın aklı yulara dönüşür. Gösterilen hedef doğrultusunda açılan yolda çalışmak, bireye mutluluk gibi gösterilir; yolun sonunda öte dünyada mutluluğa erişme hayali ile yaşam tamamlanır.
İnsanlar, gelecekte daha mutlu yaşamak için kendi gelecekleri olan gençlerin hayallerini öldürebilir. Bedel bedeli doğurur ve yaşam, sürekli mücadele ile geçen bir ömre dönüşür. Yular, halkın boynuna takılır ve akıllı insanlar bile “itaatkâr deve”ye indirgenir. Bu durumda en çok acıyı çekenler, gerçek aklını kullanmak isteyen gençlerdir; çünkü onlar yuları, bilinmeyen bir yolda kör itaat için kullanmak istemezler.
Asıl mesele şudur: Akıl, başkasının elinde bir yular mı olacak, yoksa insanın kendi elinde bir pusula mı? Toplum, aklı yücelten yapılar kurmadıkça, cehalet yalnızca bilgisizlik değil, aynı zamanda örgütlü zulmün aracı olmaya devam edecektir.