İnsanın varlık sahnesine çıkışı jeoloji ile başlar. Yeryüzünün tabakaları, toprak ve taşın tarihi, insanın üzerinde yaşayacağı zemini tanıtır. Bunun üzerine paleontoloji, bitki dünyasını; zooloji, hayvanlar âlemini; antropoloji ise insanın kemik yapısını, evrimsel geçmişini ortaya koyar.

Sonra arkeoloji devreye girer. İnsanlığın geride bıraktığı eşya, araç ve ilkelerden hareketle, onların çeşitlenmesini ve yayılışını inceler. Ardından tarih bilimi, her bulgunun çıktığı kaynağı ve kaybolduğu kanalları araştırarak toplumların yaşam armonilerini işler.

Bunu sosyoloji ve psikoloji takip eder: inancı, yaşayış biçimini, toplumsal örgütlenmeyi ve bireyin iç dünyasını sorgular. Sanat tarihi ise inancın ve düşüncenin sanata nasıl yansıdığını okur.

Doğa bilimleri-fizik, kimya, biyoloji-varlığı anlamaya, doğayı kavramaya ve teknoloji üretmeye yarar; onlarca alt dalıyla yaşamı kolaylaştırır. Edebiyat ise kelimelerle mana iklimi kurar.

Bunca bilime rağmen insan, hâlâ tam anlamıyla tanımlanamamıştır. Çünkü insan, her bilimin yalnızca bir yönünü kavradığı; fakat hiçbir bilimin bütünüyle kuşatamadığı bir varlıktır.

Ve belki de insan, tanımlanamadığı kadar tanınmak istenen varlığın özündendir.