İnsanın kendine dair en büyük sorusu, aslında bir denge arayışıdır. Ben kimim, niçin varım, hangi yolda yürümeliyim? Bu sorular, yalnızca felsefenin değil, tasavvufun da özünü oluşturur. “Kendim ve menfaatim, hedefim ve kapasitem, nefsim ve ruhum” dediğimizde, insanın dört ayrı yüzünü görürüz.
Kendim ve Menfaatim
“Kendim”, özdür; varlığın özü, benlik bilinci, Allah’ın insana üflediği nefes. “Menfaatim” ise dünyanın içinde varlığı korumak için gerekli ihtiyaçlar. Yunus Emre der ki:
“Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan.”
Menfaatler oyalanma içindir, özü beslemek için değil. İnsan menfaatini özünün önüne geçirirse, kendini kaybeder. Ama menfaatini inkâr eden de varlığını koruyamaz. Doğru olan, menfaati kendini korumanın aracı kılmaktır; özü esir alan bir zincir değil.
Bedenimizde bir kendilik bilinci bir diriliş meydana gelmiş ne nefsim (bireyselliğim-kişiselliğim) diye tanımlıyoruz. Peki hedefimiz ve kapasitemiz ne bilmiyoruz. Ancak yönelmemizle emeğimizle, bedel ödeyerek yaşantımızla ortaya çıkacak sorular.
Hedef, insana yön verir; kapasite ise o yönü taşımaya yetecek kudreti gösterir. Kapasiteyi aşan hedef kibri, hedefi aşan kapasite ise tembelliği doğurur. Niyazi Mısrî der ki:
“İlm ile hikmet gerek, ârif olasın gönül, Hedefin aşk ola, maksudun Hakk ola.”
Hak nedir? Hak ettiğin-hak gördüğün. Nasrettin Efendi kadılık görevini yaparken davacıya da davalıya da haklısın dediğini duyan hanımının sorusuna sen de haklısın cevabını vermiş. Haksız bir nesne yok. Ancak hak görme ve hoş görme olmadan hak bir adalet ilkesi olmadan çıkıp bir zulüm aracına dönüşür. Üzerimizde bedenin de ruhumuzun da hakkı var. Peygamberimiz buna çift kanatlı kuş demiş.
Nefs, dünyaya bağlayan yön; ruh ise Allah’a yükselten kanat. Hz. Peygamber “Nefsine arif olan (tanıyan bilen) Rabbini bilir.” Yani hedefine ve amacına erer buyurmuştur.
Kendim, menfaatimle dengede; hedefim, kapasitemle ölçülü; nefsim, ruhumla terbiye edilirse, insan kendi özünü-dengesini bulur. Çünkü insan, ancak bu dengeyle “adam” olur. Yunus’un diliyle:
“İkilik kinini at, birliğe varasın, Menfaat gölgesinden, hakikate çıkasın.”
İnsanın en büyük imtihanı, kendini kaybetmeden menfaatini yönetmesi, hedefini kapasitesiyle uyumlu kılması, nefsini tanıyıp terbiye edip ruhunu yüceltmesidir. İşte bu noktada, insan yalnızca yaşayan bir varlık değil, Hak ile yaşayan bir şahit olur. Maide Süresi 83.ayette: “Peygamberlere indirileni duydular mı gerçeği tanıdıklarından görürsün ki gözleri yaşla dolar da taşar. Derler ki: Rabbimiz, inandık biz, bizi gerçeğe tanık olanlardan et.”