Orhan Veli: bir şiirinde “İstanbul’da Boğaziçi’nde, Bir garip Orhan Veli’yim… Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama. El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne.
Sevdalım. Boynuna vebalim” diyerek üzerimize aslına kavuşma arzusunun vebalini atmaktadır.
Sevdalı olduğumuz kaynak bize Orhan Veli’nin dili ile gariplik ve mahzunluğumuzdan kurtulmamızı salık vermede. Şu koskoca dünya içinde üç beş dildaşı olmasa insan yalnız değil de nedir?
İbrahim Tatlıses’in seslendirdiği bir türkü de
Feryatsız gündüzüm gecem olmadı
Çekmediğim dertle çile kalmadı
Feryatsız gündüzüm gecem olmadı
Ağlamadık sokak, köşe kalmadı
Yalnızım, dostlarım, yalnızım diyerek isteğine erememenin halini arz ediyor.
İnsanı yalnızlığa düşüren, kendi aslına erememesi olmalı. Yoksa bu kadar elvan yaratılış içinde insan niye yalnız kalsın?
İnsan hangi renkten olmalı ki kendini tanıyamıyor? Diller, dinler, toplumlar hep renklerimiz. Alımız ise güneş gibi renksiz ve ayna gibi saydam.
Öyle anlaşılıyor ki insan, içindeki varoluşun kaynağı ile bütünleşemediğinden ayrılık acısı duymada. Ve bu acı aslını bulmasının yakıtı olsa gerek ki aslına yöneliyor. Yaratılışta. Onun rızasını kazanarak ondan gelenler ile halleşerek bu yalnızlıktan ve gariplikten kurtulma yolu aramaktadır.
Aşık Veysel “Dost dost diye nicesine sarıldım, Beyhude dolandım boşa yoruldum. Benim sadık yarim kara topraktır” diyerek yalnızlık ve garipliğini toprak gönülle aştığını duyurmaktadır. Ne de olsa toprak, her ne ekilirse ayırt etmeden kabul edip hayat veriyor.
Topraktan meydana gelen benliklerimize üflenen tanrı nefesi ile diriliğimiz meydandadır. Ruhun bir iken bin bir kalıba girmesi ve ondan haberdar olmama durumunun gariplik ve şaşkınlığa neden olduğu düşünülmektedir.
İnsan, üflenen ruh ile diri olduğuna göre diriliğinin gereği sadece hayvansal dirlik mi yoksa ruhu ve sahibini bilip tanıması mı sorusu dile gelmektedir.
Öyle ya bu amaçlı açılan tüm tapınakların birinci öğretisi önce kendini bil. Ne olduğunu ne istediğini, haddini, kadrini bil.
Bu nedenle, aynı duygu ve düşünceye sahip dostunu, ruh eşini bulanın garipliğinin bir nebze de olsa ortadan kalkacağı aşikardır. Bu duygu ve düşünceleri kendinde bulup kendi ile bütünleşenin yalnızlık ve gariplik duygusunun şölene dönüşeceği aşikardır.
Peki, gurbet olarak tanımlanan yerde yaşamak neden yalnızlık hissi verir? Bir memleketli – hemşeriyle veya tanıdık ile karşılaşıldığında mutlu olunmasının nedeni insanın aşinalık ve ortak kültür dünyasının ürünü olduğunu gösterir.
Herhangi bir coğrafyada bir anadan doğan insan kendi çevre ve meşrebine göre bir grup kurarak yaşama dahil olmakla yalnızlığı geçmiş olur mu? Bu durum o topluluğun menfaatine ters davranışta bulunmakla test edilebilir.
Anlaşılan o ki insanoğlu kalabalıklar içinde de yalnız.
Birliğimiz olan duygu ve düşünce dünyasında var olup farklılıklar kabul edildiğinde, içimizdeki gariplik duygusu yerine eminlik duygusu yerleşerek yalnızlıktan evrensele dönüşülür.
Boşa dememişler: İnsan tek gelir tek gider. Kendini tanıdığında tek gelip hep gider.
İnsanın serüveni devam etmekte. Seyreyleyelim şu ayineyi devranda kimler-neler gelip geçiyor. Şu ömürlü hayatta bir an da olsa gariplik duygusundan arınarak kendini yaşar.