İnsan, yaratılışından bu yana her daim görünenin ardında görünmeyeni, bilinenin ardında bilinmeyeni aramıştır. Hatta her insan bireysel özelliği ile kendi özelini kurarak gizemini oluşturur.
Bu oluş ve arayış, giz kavramını doğurmuştur. Gizem de kendine özgü bir dil ve din anlayışını (ezoterik) üretmiştir. Gizem dili ve dini, bir yandan insanın hakikate yönelmesini sağlayan derin bir arayışın ürünü iken, öte yandan kötüye kullanıldığında yanıltma ve aldatma aracına dönüşebilir.
Bir de sır var Arapçadan dilimize geçen. Her ne kadar gizil olanı çağrıştırsa da başkasına verilmeyen anlamındadır. O nedenle sır sırrı bilenle eş denilmiştir.
Sufilerin “Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrımdır” sözü bu manada ‘ben’ olmada anlam kazanmaktadır.
İslam inancında, bireyin her din ve tanrıyı reddederek ilahi olanı bireyin İslami yaşantısı ile ortaya çıkartması istenmiştir.
Bu yaratılışı okuyup anlamaya ömürler yeterli olmayacağından da önce kendini bil, tanı sonra rab olduğu hakikate erersin denmiştir. Hz. Peygamber ‘nefsine arif olan rabbine arif olur’ buyurmuştur.
Bu bağlamda Kur’an’ı Kerim’de önce “ıkra bi ismi rabbikellezi halak” buyurulmuştur.
Oku fiili sadece yazılı metin okumak değildir. Okumak, anlamak, kavramak, çözmek anlamlarına gelir. Yani burada bireyden evreni, hayatı, insanı ve hakikati okuyup eylemleyerek bilinçli olması teklif edilmektedir.
Gizem dili, hakikati doğrudan söylemeyen; onu semboller, mecazlar ve örtük anlatımlarla aktaran bir dildir. Bunun nedeni hakikatin kendinde gizlidir.
Bu nedenle konu çok katmanlı, çok anlamlı, herkesin kavrayamayacağı bir anlatım tarzı olmuştur. Bu dili anlama gibi bir zorunluluk ya da şart koşulmamıştır.
Bu dile neden ihtiyaç duyulmuştur diyenler olabilir. Cevap olarak da konu ilgili anlatımlara “Bu muymuş, ben bunu zaten biliyorum” deyip de varoluşun bilincinde olmayanlara karşı doğal olarak bu dilin oluştuğu düşünülmektedir.
O nedenle ‘gördüğün gibi de bildiğin gibi değil’ derler. Yani bilgiyi hafıza değil eylemsel bağlam ortaya çıkartır.
Bu dilden amacın varlığın sırlarını korumak ve yalnızca içsel yolculuğa çıkanlara kapıyı aralamak olduğu anlaşılmaktadır.
Yakıcı olduğu kadar ısıtıcı, aydınlatıcı, yemek pişirici, koruyucu, haberleşme ve diğer anlam ve her türlü maddi manevi enerjiyi içinde barındıran ateş nasıl tek düze kabul edilip kullanılabilir.
İbrahim’e karşı “berden salimen” serin ol denilen ateşin ne olduğu İbrahim olup ateşe girmeden ve o imanı göstermeden nasıl elde edilebilir.
Gizem dili, insan zihninde bilinenden öteye işaret ederek insanı keşfe çıkartır ve varoluşun zenginleşmesini sağlar.
Peygamber mucizeleri ile evliya menkıbeleri hep bu keşfin ürünüdür.
Bu bilgi öğreti ve gizem dinimizde de varoluştur. Burada dinin hakikatlerini sır olarak saklayan ve bu sırları ritüel, sembol ve inisiyasyon (bir sırrı, bilgi veya yetiyi öğrenmek için yapılan törenli giriş) yoluyla aktaran inanç biçimlerindedir.
Antik Çağ’da Eleusis gizemleri, Orfik öğretiler. İslam dünyasında tasavvufun bâtıni yorumları, modern dönemde ezoterik tarikatlar ve hermetik akımlar bu inancın ürünü olarak varlıklarını sürdürmekteler.
Bu tür dini yapılanmalar, hakikati korumak amacıyla giz oluşturur. Böylelikle hakiki inanç sahibi insan bu öğretiyi alıp kendi bilincini aşarak hakikate erer.
Bu bağlamda “Hakikate erenin dili laldir, aklı mat” sözü devreye girerek gizin -sırrın anlatılamayacağı ancak erilebileceği ifade edilerek gizem korunmuş olmaktadır.
Bundan sonraki yaşam o gize aittir. Bu inisiyasyondan geçmeyen ondan bir şey anlayamaz. Bu bağlamda erenlerden biri “bir sırrım vardı sıradan oldu gitti” diyerek hayatın kendisinin yaşanması gereken gizem dolu olduğunu belirtmiştir.
Gizem dili ve dini, insanın merak duygusunu canlı tutar, bilinmezliğe karşı hayranlık üretir, sır ile hakikat arasındaki bağlantıyı diri tutar.
Bu sayede gizem, insanı dogmatik kesinlikten korur ve daima arayış halinde olmasını sağlar. Hakikate ulaşmanın düz yolla değil, dolambaçlı ve derinlikli, çileli yolda verilen emek ve feragat gerektirdiğini gösterir.
Ne var ki gizem, çoğu kez aldatma ve manipülasyon için de kullanılmaktadır. Kendini “sırların taşıyıcısı” gibi gösterip kitleleri sömüren kişiler. Sıradan nesneyi “gizemli, eşsiz, kutsal” diye pazarlayarak insanların zaaflarını sömürenler hakikati arayan insanların merakını da kullanarak sahte oluşum ve karizmatik liderler oluşturarak hep var ola gelmişlerdir.
Burada gizem, hakikate açılan kapı olmaktan çıkar, bir sis perdesine dönüşür. Bireyi hakikate yaklaşmak yerine hakikatten uzaklaştırılır.
Gizem dini ve dili, insan varoluşunun ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü insan yalnızca “bilineni” değil, “bilinmeyeni” de yaşamak ister.
Bu bilinmeyen, gizem araştırılarak dile gelir. Bu bağlamda gizem, hakikate götürdüğünde bir yol, aldatmaya götürdüğünde bir tuzaktır.
Dolayısıyla gizem, hem varoluşun derinliğini besleyen kutsal bir dil hem de yanlış ellerde istismar edilen bir araç olur. Onu değerli kılan da, tehlikeli hale getiren de aynı özelliği de “Bilinmeyenin cazibesi”dir.