İnanmak neye olursa olsun düşüncenin ilk doğuşudur. İnsanın bir fikri, bir hakikati ya da bir anlamı kabul etmesidir. Ama bu kabul ediş kalıptan kalıba geçerek vücut buluş değil henüz zihnindedir.

Bu, bir yerde “belki doğrudur veya değildir” şüphesi der gibi bir iç sezgi hâlidir. İnanmak bir yerde düşüncenin tohumudur. Birey burada hangi yönü beslerse o yönde var oluşun içindedir.

Bu nedenle inanmak henüz iman etmek-eminlik değildir. İçinde hâlâ gölge, kuşku, sınama halindedir.

Bu yüzden inan’a neye ve hangi yönlü olursa olsun düşüncenin oluşum ve uyanış evresi denebilir.

İman, düşüncenin kalbe yerleşmesi ve söz olarak dile gelmesi, yani bedenleşip bilimselliğe dönüşmesidir. Varoluş içinde yeni bir bakış açısı ile var olmaktır.

İman, inanın-düşüncenin kalpte ve eylemde köklenmesi, bedenleşmesi, zahirde vücut bulmasıdır.

İmanla birlikte düşünce de bilinçten ruha geçer. Bu bağlamda tüm varlık bu bilinçle canlanarak yeniden vücut bulur.

Bu bilinç henüz dışa taşmamıştır. O, toprak altındaki kök gibidir. Büyür, derinleşir, besler -beslenir. Ona sahip olanla varoluşun safhalarını yaşayarak görülür, bilinir olur.

Emin olmak, emin etmektir. Varlığın Düşünceye dönüşmesi düşüncenin de bireyin bedeninde kök salarak varlığını ona teslim edip emniyet bulmasıdır. Burada artık kişi veya varlık yoktur. Neticede birey artık korkmaz, savunmaz, ispatlama gereği duymadan yaşar.

Emin, inandığını yaşayan insandır. İçindeki inanç fikir olmaktan çıkıp yaşamın kendi olmuştur.

Bu, geçmişi ve geleceği olmayan, eskimeyen bir yaşamdır. Artık o emanetin teslim edildiği, emanete sevgi ile hizmet eden Muhammedün emin’dir.

İnsan ona inanmak ve ona layık düşünce ve eylemlerle; onun açtığı yolda yürüyüp onun ışığını rehber edinmekle var olur.