Din, insanın kendini aşan bir varlığa veya ilkeye adanmışlık ihtiyacından doğan duygunun kadim zamandan günümüze kadarki süreçte oluşan birikim olarak değerlendirilmektedir.

Bireyin ölümlü olması, her doğan bireyin bu duygularını karşılama isteği inancın-dinin canlılığını sürdürmektedir.

Töre ve toplumsal yapı bu konudaki birikimi yasalaştırıp yaşayarak topluma dahil etmiş olsa da toplumsallığın arkasındaki ilahi güce ermek isteyen her birey bu duyguları deneyimleyerek ilahi yaşamayı tercih etmektedir.

Birey, varoluşa anlam arayarak, ölüm, acı, belirsizlik gibi deneyimlerle karşılaştığında dini bir sığınağa ihtiyaç duyar.

Bu noktada din, bu ihtiyacı sağlayan kurum olarak ortaya çıkarak yaşamın amacını, doğru-yanlışı, kaderi ve nihai anlamı belirler.

Toplum içinde oluşan birey de bu kurum ve söylemleri referans alarak inanç dünyasını oluşturur.

Bu durumun onu tatmin etmemesi durumunda toplumun değil kendini adaması ile o kadim olan ile ilişkiye girerek zaman ve mekan ötesi olan ilahi boyut ile etkileşime girer.

Bu bireysel adanmışlıklar peygamber, evliya, eren denilen kutsal kişi ve yaşamları doğurmuştur.

Bu yaşamlar toplumsal bir düzene dönüştürülmediğinde kaos olur.

Dini yasalar, ritüelleri ve normları araçlarıyla toplumda düzeni sağlayarak ortak değerleri üretir ve pekiştirir, Toplumsal dayanışmayı güçlendirir, adalet, ahlak ve etik için rehberlik sunar.

Din, tarih boyunca bireylerin bilgi eksikliğini ve belirsizliği yönetme aracı olmuştur. Doğal olayları, yaşam döngüleri ve evrensel düzeni açıklamak için ortaya çıkmıştır.

Modern zamanlarda bilim, birçok işlevi devralmış olsa da din hâlâ içsel anlam, ritüel ve toplumsal bağ kurma alanında vaz geçilmezdir.

Din, insanın kendi varlığını ve evrensel olanı kavrama çabasının bir ürünü olarak da görülebilir.

Bireyin kendini aşması, adanmışlık ve bilinçsel gelişmesi, dinin temel motivasyonlarından biridir.

Burada din hem psikolojik destek hem de felsefi sorgulama alanıdır.

Bu bağlamda din, bireysel adanmışlık ihtiyacı için varlığına ihtiyaç olunduğu gibi toplumsal düzen ve etik rehberlik görevi görür.

Bunun yanında anlam arama belirsizliği ve evrenin karmaşasıyla baş etme aracı olması yanında psikolojik ve felsefi bir araç olarak da insanın anlam arayışını destekler.

Birey önce dine layık insan; yani aklını kullanma ve bağlantılar kurarak sorgulayıp düşünce ürete bilme seviyesine gelmelidir. Böylelikle din bunu evrensel varoluş içine taşıyarak sevgiyle ve hoşgörüyle yaşamayı sağlayan araca dönüşür.