İnsanın aklı, kendi başına özgür bir kudret değildir. Onun arkasında cehalet, deneme-yanılma ve yularsız bir gençlik hali vardır. Onun da arkasında bilinç dışı olarak da tanımlanan genetik devriyat olan hayvansal yaşam ve varlık aynası.

İnsan da diğer canlılar gibi toplumsal yaşayan bir varlık olup varoluştan ayrı bir yaşamı yoktur.

Cehalet, aklın boşluğunu hevada-havada oluşunu, yular ise aklın teslim edilişini simgeler.

İnsan cahil yaratılmıştır. Yani deneyimlemek için. Din ilmi, bu deneyimi imtihan olarak tanımlar ve insanın bu deneyime şahit yargıç olarak da var olduğunu ve hesabı yaratıcıya vereceğini söyler.

Aslında din, herkesin gerekçesi ile her istediğini yapabilme özgürlüğü sunmuştur. Tabii ki bedelinin de kendinden tahsil edilmesiyle. Yani yaşattığını yaşayacak. O nedenle “kendine layık görmediğini başkasına yapma” denmiştir.

İnsan her doğumla yeniden yaratılır. İnsan ve gönlü bir yerde haşır neşir yeridir. İnsanın toplumsal hafızası silinmiştir. Bu nedenle onu kendisi güncele göre yeniden derlemek zorunda. Toplumsal yaşam ve tarih ilmi bir yerde bu görevi yerine getirir.

İnsanın yaşama aşinalığı, meyilli vardır. Çünkü kendisini oluşturan dürtüler onu ister. Artık yabani değil toplumsallığa ehil birisidir. Kendi bireysel bilinçaltı ile olan bağı ona güç katmada ve yol göstermededir. O nedenle toplumsal normlara hem uyum içinde hem de aşkındır.

Bireyin aklı yalnız geçmişin birikimiyle yetinmez. O, sürekli ilerisini görmeye çalışır. Alt yapısı gereği aklın ilerisinde sezgi, bilgelik ve hakikate dair arayışlar vardır.

Mantıkla sınırlı düşünce, insanı yalnızca yönetilebilir bir varlık hâline getirir. Fakat akıl, bağını kırıp evrensel olan aklı küle geçtiğinde; sezgiyle birleşip bilgelik doğurduğunda, birey artık sadece bir toplumun aracı değil, kendi yaşamının kurucusu, tek başına ulus olur.

İnsanoğlu bu gidişatı da yol haline getirmiştir. Bilim yolu ile maddi keşifler yapılarak güncel dünyasını keşfederken din ve tasavvuf yolu ile de manevi dünyasında yaşanılır. Birey kendi kapasitesince bunun içinde var olmaya çalışır.

İnsan madde dünyası olarak tek sezonluk ömrünü yaşarken mana dünyası olarak da bu iki yön ile akıl bağı ile temas kurarak yaşamını dengede tutar.

Halbuki bağlı olduğu akıl bağının ötesinde keşfedilmeyi bekleyen sonsuz yaşam kaynağı bulunmaktadır.

Bireyin kendine ve elindekilere verdiği kıymet ölçüsü kendi geleceğini oluşturmaktadır. Yani yaratıcı herkesin kaderini kendi eline vermiştir

Kuran’da verilen örnekler zaman ve mekan boyutundan kopartılıp yaşayan insana model olarak sunulur ve aklını kullanarak da kendine bir yol tutması salıklanır. Kullanamayanlar için de döneminin kültürel yaşam algısı model olarak sunulur.

Birey karanlık olan aklın arkası ve ötesi olan karanlığı aydınlatmak için cahil yaratılmıştır. Toplumsal tekrar olsun diye değil.

Peygamber iki günü eşit olan zarardadır diyerek asıl bilmesi keşfetmesi gereken sahaya yol açmıştır.

Birey, toplumsal aklı ile yularını düzenin eline vermiş iken bilinç dışı denilen altyapısı bu düzeni ileriye taşıyan sezgi, keşif, macera dolu yaşamını sürdürmek için insanı kendi hakikatine bağlar. İnsan, bu iki uç arasında dengeyi bulabildiği ölçüde “akıllı” değil, “bilge” olur.