Bedenin ve ruhun sınır duygusu İnsan duygularının en güçlü ve en tartışmalı olanlarından biri tiksintidir. İlk bakışta yalnızca bir iğrenme, uzaklaşma tepkisi gibi görünse de tiksinti; biyolojik, psikolojik, toplumsal ve varoluşsal katmanları olan çok yönlü bir kazanım olarak değerlendirilmektedir.
Tiksinti, evrimsel olarak zehirli yiyeceklerden, mikroplardan, bulaşıcı hastalıklardan ve evrimini tamamlamamış bireylerden uzak durmayı sağlayan bir savunma refleksi olarak gelişmiştir. Bireyler aynı durum karşısında farklı tepkiler vermektedir. Bu durum tiksintiye konu olanın etkisinin bireyselliğini göstermektedir. Böylelikle tiksintiye konu olayın varoluştaki yerini anlayıp hayatımıza katma imkânı sağlayacağı düşünülmektedir.
Bedensel tepki olarak alışa gelinen yaşam koşulları içinde normal olmayan bir durumla karşılaşıldığında yüz buruşturma, mide bulantısı, geri çekilme gibi tepkiler verilir. Ama o ortam içinde büyüyüp yaşaya gelenlerde o durum normal sayılır.
Birey olarak dışarı yansıtılan kimliklere bakıldığında her şey normal gözükmektedir. Ama o bireyin herhangi bir menfaat ilişkisi veya bireysel kullanımında karşılaşılan manzara yansıtılan kimlikteki kişi olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durum kişinin çok kimlikliğini ve çok yönlülüğünü gösterir. Burada ölçüt, bireylerin menfaatine olan olumlu veya olumsuz tepkilerdir.
Kuran’da Musa ile Hızır’ın yoldaşlığının anlatıldığı hikâyede Hızır’ın yaptığı eylemler ve buna karşı verilen tepki anlatılarak tiksinti duygusunun varoluşsal yönü olduğu anlatılır.
Musa’nın ilk tepkisi tiksinti, Hızır’ın eylemleri ve açıklamaları ise bu tiksintiyi bilgelik ve eyleme dönüştürme süreci olarak okunmaktadır.
Bu bağlamda tiksinti, bireyi daha derin bir anlayışa götüren çok yönlü bir duygusal araçtır.
Bu açıdan bakıldığında tiksinti yalnızca bedensel değil, aynı zamanda bireyin kişisel zaaflarından kaynaklanan benlik sınırlarını ortadan kaldıran bir duygu ve uygulama olduğu anlaşılmaktadır.
Freud tiksintiyi, yasak ve bastırılmış arzuların sınırını belirleyen duygu olarak görür. Bu yönüyle tiksinti, “ben” ile “öteki” arasındaki çizgiyi çizen ruhsal bir mekanizmadır. Burada tiksintinin ayırıcı tam olarak değil. Manada birleştirici rolü olduğu ortaya çıkıyor.
Çürüme, kan, bedenin çözülüşü gibi görüntüler, insanın ölümlülüğünü hatırlatarak en derin tiksintiyi uyandırır. Bu bir yerde tiksintinin ölümsüzlüğün arayışının anahtarı olduğunu gösterir.
Tiksintinin bireyi tehlikeden koruyan, değerleri yüceltip yanlış olan değer yargısının ortadan kaldırır. Bu durum arınma ve temizlenme duygusu uyandıracağı gibi nefret, ayrımcılık, kendinden utanç gibi duyguların açığa çıkmasına da neden olabilir.
Tiksinti, sadece iğrenme değil; aynı zamanda hayatı, benliği ve toplumu koruyan bireyden bireye değişim gösteren kişisel sınır duygusudur. Doğru yerde işlev gördüğünde yaşamı yüceltir, yanlış yerde ise nefret ve ayrımcılığın kaynağına dönüşür. Bu nedenle tiksintiyi anlamak, insanın hem biyolojik varlığını hem de ruhsal ve toplumsal bütünlüğünü anlamak demektir.
Birey, kendinde olanı daha yüce olan bir değere inanıp ona yöneldiğinde elindekini bırakır. Aksi takdirde o tiksinti de verse ona sahip çıkararak varoluşunu korur ve kullanır.