“Hayat nedir?” sorusu insanlığın en eski ve en temel sorularından biridir. Yanıtı, her yaşayanın bakış açısına göre değişir. Genel anlamda Arapça “Hay” köklü bir kelime ve canlılık anlamındadır ve hareketle, değişim ce dönüşümle kaim bir varlıktır. Bu nedenle olsa gerek herkes ve her bilim farklı anlam katmış hayata. Belki de güzel olan bu yanıdır.
Biyolojik açıdan hayat; doğmak, beslenmek, büyümek, çoğalmak ve ölmek döngüsüdür. Hücrelerin enerji üretmesi, çevresine uyum sağlaması, genetik bilgiyi aktarmasıdır.
Felsefi açıdan, varoluşun anlamını aradığımız bir serüvendir. Kimilerine göre bir sınav, kimilerine göre bir yolculuk, kimilerine göre sadece bir tesadüf.
Dini açıdan, Tanrı’nın verdiği bir emanet, bir sınav ve ölümden sonraki ebedi yaşama hazırlıktır.
Psikolojik açıdan: deneyimlerin toplamı, duygularımızın, ilişkilerimizin ve yaşadığımız anların bütünü.
Yani hayat, kimyasal, fiziksel ve biyolojik bir süreçle ortaya çıkıp duygu ve düşüncem üretip anlam arayışıyla örülü bir tecrübedir. Bireyselleşme de bu tecrübeyi yaşaya bilme başarısı.
Hayat, yalnızca yaşamak değildir; hayat, içine kattığımız manadır. Her an, her deneyim, her seçim bir tuğla gibi inşa eder bizi. Biz anlam katmadan olaylar sadece birer gölge, birer ses, birer rastlantıdır. Ama biz onları idrakimizle yoğurdukça, kendi hayatımızın dokusuna, varoluşumuza dönüşürler.
Ve sonra fark ederiz ki, kattığımız mana artık bizim bir parçamızdır. Düşüncelerimizde, seçimlerimizde, hatta sessizliklerimizde somutlaşır. Hayat, artık yalnızca yaşanan değil, anlamın katılaştığı, şekil aldığı, içinde hapsolunan bir varoluştur.
Ancak her yaşayan, bu katılaşmış mana tuğlalarını farklı okur. Aynı gökyüzü kimine umut verir, kimine hüzün; aynı yol kimine başlangıç, kimine veda. İşte hayatın büyüsü de burada gizlidir: Tek bir gerçek yoktur, tek bir anlam yoktur. Hayat, kendi yüklediğimiz manaların çoğulluğunda, idraklerimizde çoğalan bir varoluştur. Bireyin imtihanı ise duvarlarını kendi eli ile ördüğü bu hapishaneden kurtulup özgürce yaşamak.
Belki de bu yüzden tüm konuşulanlar, tüm deneyimler, konuşulduğu anda zihnimizde tam olarak kalmaz. İnsan zihni, konuşulanı bir anda içine alamaz; süzer, filtreler, sindirir. Bazı fikirler hemen kalıcı olmaz; bazıları zamanla olgunlaşır, bizim içimizde katılaşır. Hayatın kendisi gibi, anlam da ancak zaman ve idrakle şekil bulur.
Sonuçta, hayat hem yaşadığımız hem de yüklediğimiz anlamların toplamıdır. Biz her an katıyoruz; sonra o anlam, kendi gerçekliğiyle geri dönüyor, bizi biçimlendiriyor ve biz, farkında olmadan, kendi hayatımızı yeniden okuyoruz.
Bu süreç içinde kimin kalbine dokunup bir an da olsa bir ümit ışığı üretip bir yüzlerde bir sevinç parıltısına bakarak huzur bularak karşılıklı bir titreşimle varoluşun gereğini hissede biliyoruz? Belki de hayattan asıl maksat budur.