İnsan, anlam arayan bir varlıktır. Öyle bir anlam ki, yalnızca zihinde değil, kalpte de hissedilir; yalnızca düşüncede değil, yaşamda da kendini gösterir. Bu yolculuk, küçük bir tohum gibi başlar: inanç.
İnanç, doğruluğu kanıtlanmamış olsa da insanı hareket ettiren bir enerji, bir yön işaretidir. Tıpkı karanlık bir yolda uzaktan parlayan bir ışık gibi, zihni ve ruhu veri denilen ham gerçekliklere açar.
Veri, gözlemlenebilir, ölçülebilir gerçekliktir. Ama veri yalnız başına bir yol göstermez; onu anlamlandıran bilgiye dönüşmesi gerekir.
Bilgi, verinin içine konan anlamdır, idrak edilen ilişkiler ve bağlantılardır. İşte burada insan, veriyi idrak ederek kavrar; parçaları birleştirir, nedenleri ve sonuçları görür, varlığın örgüsünü çözümlemeye başlar.
Ancak istemeyle başlayan bu idrak tek başına yeterli değildir. Düşünce devreye girerek idrak edilen bilgiyi zihinde işler, tartar, biçimlendirir.
Düşünce, bilginin bilinçle buluşmasını sağlayan köprüdür. Ve bu köprü, insanın kendi bilincine açılan kapıdır. Bilinç, düşüncenin eyleme ve farkındalığa dönüşmesidir. Düşünceyi sadece zihinsel bir oyun olmaktan çıkarır; onu yaşamın içine taşır. Bildiğini yaşamaya, yaşadığını bilmeye dönüşür.
Bilim bilince, bilinç varoluşa dokunur. İnsan, bu farkındalıkla hareket ettiğinde, kendi dünyasını ve çevresini değiştirir.
Seçimler, eylemler ve anlam dünyası bilinç üzerinden şekillenir. Ve dönüş başlar: Bilinçli bir varlık, öğrendiği bilgileri ve deneyimleri tekrar evrene bırakır; onları yeni veriye dönüştürür. Bu veri, başka bir insanın idrakine, düşüncesine ve bilincine ışık tutabilir; döngü yeniden başlar.
İşte insan, bu döngü içinde hem alıcı hem verici olur. Veri ile başlar, bilinçle evrilir ve tekrar veriye dönüşür. Her adımda anlam doğar, anlam çoğalır ve varoluş kendini sürekli yeniden kurar. İnsan, bu süreçte yalnızca bir gözlemci değil, aynı zamanda bir yaratıcısıdır; hem kendi bilincinin hem de evrenin işleyişinin kendinden kendine bir parçasıdır.
Ve belki de insanın görevi, bu döngüyü fark ederek yaşamaktır: İnançla başlar, bilgilendiği veriyi idrak eder, düşünceyle şekillendirir, bilinçle varoluşa dokunur ve sonunda kendi deneyimiyle yeni veriyi yaratarak gündem oluşturur.
Böylece insan, anlamın hem taşıyıcısı hem yaratıcısı hem de aşk denilen yüce kudret ile yüce yaratıcı da yok olarak onun sanatında bir role ve oyuncuya dönüşür.