Salmak, salât ve musallat Türkçedeki kavramların kesişim ve Dillerin kökleri yalnızca seslerin birleşimi değil, toplumların dünya görüşünün, inançlarının ve kültürel miraslarının da izlerini taşır.
Türkçedeki “salma atmak,” eylemi ile Arapçadaki “salât” kavramı ve ondan türeyen “musallat” sözcüğü, bu bağlamda dikkat çekici bir ortaklık sergiler. Zira her üçü de hareket, yönlendirme ve ilişkilendirme üzerinden anlam katmanları kurar.
Türkçe kökenli “salmak”, “bir şeyi serbest bırakmak, dışarıya çıkarmak, özgür kılmak, göndermek” anlamlarıyla kullanılır.
Salma atma ise imece usulü yapılacak bir eylemde bulunacak bireyin kapasitesince ihtiyar heyeti tarafından belirlenen katkının yerine getirilmesinin istenmesi demektir. Bu katkı maddi veya manevi olduğu gibi bedensel de olabilir.
Bir deyişte bu manevi katkı şu şekilde dile getirilmiştir.
Muhammed’i candan sev ki
Aliye salman olasın
Ehl-i Beyte gönül ver ki
Aliye salman olasın
Muhammed’i hazır bil ki
Can Hakka nazır bil ki
Her gördüğün hızır bil ki
Aliye salman olasın
Muhammed’e gönül kat ki
Cehfeyleyip rehbere yet ki
Bir gerçekten etek tut ki
Aliye salman olasın
Arapça salât; kökü itibarıyla dini ibadet açısından “dua, yakarış,” anlamlı olsa da toplumsal bazda yöneliş, yardımlaşma, destek olma” anlamı taşır ve Farsça namaz anlamı ile inanç dünyasında yerini almıştır.
Kur’an’da salât (Salli-musalli) hem yaratıcının rahmeti hem de bireyin yönelişi bağlamında yer bulur.
Bu nedenle salât, sadece ibadetin biçimsel adı değil, yönelmek, bağ kurmak, desteklemek gibi anlam katmanları da içerir. Bu, aynı amaç doğrultusundaki toplumsal birliğin yani evrenselin açığa çıkma aracı olarak anlamlandırmaktadır.
Salat, günümüzde ideolojik bir araç olarak görülse de İslam medeniyetinin doğmasını ve yaşamasını sağlayan ana güç olarak değerlendirilmektedir.
Salât’ın kökünde bireyin yüzünü yaratıcıya çevirmesi ve onun rahmetini talep etmesi, yani yöneltme vardır. Türkçedeki “salmak” gibi burada da bir hareketin açığa çıkışı söz konusudur.
Arapça kökenli “musallat”, “bir şeyin veya bir kimsenin üzerine bırakılmış, yönlendirilmiş, baskı kuran” anlamına gelir. Bu durum bireyin gelişip evrensel Çin’de var olmasını sağlar. Olumsuz çağrışımı baskın olsa da özünde yine bir şeyin başka bir şeyin üzerine yönlendirilmesi söz konusudur.
Musallat olma, evrensel anlamda Türkçedeki “salmak” ile doğrudan bir paralellik kurar: “birini birinin üzerine salmak”, “musallat etmek.” Burada ortak kavram, yönlendirilmiş hareketin bir başkasının alanına müdahale etmesi durumudur. Bu hareket bireyden topluma toplumdan da evrensele yöneltilmesi varoluşun ve evrenselliğin gereği olarak tüm inananlara dinlerinin zorunluluğu-farzıdır
Dolayısıyla bu üç sözcük, dilsel kökleri farklı olsa da yöneltme-bırakma-ilişkilendirme üçgeninde varoluşla birleşir. Döneminde salat bunu başarmış olup günümüzde şekilsel ritüele, namaza indirgenerek bağlamından kopartılmış, altı doldurulmayıp huşu oluşturulmasına engel olunmuştur.
Türkçedeki “salmak” ile Arapçadaki “salât” ve “musallat”, hem tarihsel hem de anlamsal düzlemde dikkate değer bir ortaklığı göstermektedir.
Bu kelimeler, bireyin asıl varoluş amacını ortaya çıkartarak kendinin varoluş içindeki konumunu ve varoluşu tanımasını sağlayan bir niyet, yöneliş ve eylem birliği olduğu anlaşılmaktadır.